Her çeviren kendi dünyasına
çekmiş Hamlet’i. Ama Hamlet de buna
en elverişli eserlerden biri doğrusu. Kişileri, sözleri, olayları ne kolay
benimsenebiliyor. Hamlet hem ne kadar kendisi, hem ne kadar her insan, hem ne
kadar belli bir çağın, hem ne kadar bütün çağların adamı.
Sabahattin Eyüboğlu
Shakespeare’i
nasıl bilirsiniz? Ya Hamlet’i? Bize
uzak, entel, sıkıcı bir oyun mu, yoksa iç karartan bir trajedi mi? Keşke yazı
öncesi kendimi sokaklara vurup sorsaydım: “Pardon, Hamlet diye bir şey duydunuz
mu? Aklınıza ne gelir Hamlet denince?”
İstanbul’da Moda
Sahne’sinde yeni bir Hamlet yorumu var. Ve bu yorum, 17 yaşlarımda başlayan ve
Shakespeare’in her eserini okudukça güçlenen bir hisle örtüşmüş: Shakespeare
bir halk ozanı, halk insanı. Shakespeare, o döneme ve Londra’daki Globe
Tiyatrosuna aşinalığı olanların bildiği üzere en “düşük” ya da cahil kesim
denilen insanların da gelip seyrettiği, eğlendiği oyunların yazarı bir deha.
Herkes oyundan kendine yeteni, almak istediğini ya da alabildiği kadarını alıp
gidiyor. Yüzyıllar ve coğrafyalar değiştikçe artan adaptasyonlar karşısında da
benzer bir durum söz konusu. Tepkiler, tepkisizlikler seyircinin kendisini
yansıtıyor bana kalırsa.
Misal, 2 Nisan
2015’te Boğaziçi Üniversitesinde sahnelenen Hamlet’e
verilen tepkiler. Aslında bana bu yazıyı yazdıran da bu tepkilerin ve
oyuncuların oyun sonrası soru-cevap seansını açış cümleleri oldu. İngiliz Dili
Edebiyatı hocalarından birisi oyunu zor bitirdi, söylenerek çıktı. Tavrı onun
sadece Hamlet’e değil, çağdaş
yorumlara tepkisini gösterdi belki de. Bir kısmı zamansızlıktan ya da dönüş
yolu uzun olduğundan oyundan hemen sonra çıktı, yorumları alamadım. Birkaçı da
sonuna kadar kalıp söyleşiye katkıda bulundular. Oyuncuların önyargıları akademisyenlerin
tutucu olduğu ve oyunu beğenmeyecekleri üzerineydi. “Aramızda İngiliz Dili Edebiyatı
öğrencisi var mı?”dan sonra “peki, bölüm
hocaları var mı?” sorusu geldi. Havaya kalkan 3-4 eli görünce önce gülerek
“eyvah” sonra da “işte biz de oyunu böyle berbat ettik hocam” diyerek yarı şaka
yarı ciddi bir giriş yaptılar. Söyleşilerde okuduğum kadarıyla Hamlet’i akademinin tozlu raflarından
alıp güncele yaklaştırma niyetlerinden söz etmişler, sağ olsunlar. Akademiye temkinle
yaklaşan, elimden geldikçe ara verip ya da yarı-zamanlı olup okulla arasına
mesafe koyan biri olarak onları anlayabilirim. Öte yandan bu klasik oyuna yeni
nefesler üfleyenlerde “Shakespeare’in eserlerini yıllardır okutup analiz
ettiren, gittiği ülkelerde farklı Shakespeare oyunları izleyen, orijinal
metinleri iyi bilenler, ortaya çıkardığımız bu işe nasıl bakıyor acaba?” diye
engel olamadıkları bir merak yok mudur?
Yoksa günümüz
Türkiyesinde çok da saygı göremeyen bir meslek olan tiyatro sanatıyla var olmayı
seçmiş bu değerli oyuncular artık “ne yapalım devir böyle, time is out of
joint/zaman çığrından çıkmış” diyerek ekşi sözlük yorumlarıyla yetinmek zorunda
mı kalsınlar? İşte bu yazı biraz da bu nedenle, yani akademi ile gerçek hayatı,
günceli yansıtan, yeni ve genç bir tiyatro ekibi arasındaki mesafeyi kapatmak
kaygısıyla, “oyuncu, biz dostuz” mesajıyla yazılmıştır. Yazarın kendisi de bir zamanlar –adı lazım
değil– bir öğretim görevlisinden aldığı Shakespeare dersini sabır dualarıyla bitirmiş,
“aşık olduğum bu deli-dolu dâhiden beni bu ders bile soğutamaz” diyerek ısrarla
Shakespeare analizlerinin ve oyunlarının takipçisi olmuştur.
Sahne, Dekor ve Oyuncular: Oyunculuk konusunda Türkiye’den sağlam
yetenekler çıkıyor. İnsan devletin ve toplumun marjinal kabul ettiği tiyatro sanatçıları
bu toprakta nerede nasıl yetişiyor, çalışmaya böyle canla başla nasıl sarılabiliyorlar
diye hayret ediyor. Oyun sonrası sohbetlerinde bizimle paylaştıklarından
biliyorum ki bu ekip fiziksel hazırlık aşamasında yoga dahil düzenli egzersizler
yapıyor, sağlıklarına, seslerine çok dikkat ediyorlar, disiplinliler.
Moda Sahnesi Hamlet dekorunun kendisi gibi biraz da.
Minimal, sade, şeffaf. Hamlet
oyuncularının her biri oyunun sonunu en baştan söylercesine oyun boyu siyah
tabutların içindeler. Dikey duran, içi her daim seyirciye dönük tabutların
içinde tebeşirle yazıp çizilmiş ufak tefek resimler ve politik mesajlar var.
Hepsi zaten okunamıyor, okunsa anlamlı da olmayabilir, biraz duvar yazısı
havasında. Yazan neden yazdığını biliyor. Polonius’un tabutunda otorite,
hamaset yazıyor mesela. Namus bahanesiyle dünyayı Ophelia’ya dar eden, çok ve
gereksiz konuşan Polonius’un kızına öğüt verirken aldığı pozisyonla, Hamlet’in
annesinin namusunu sorgularken oluşturulmuş beden dili aynı: Kadın bacaklarını
açmış yerde, erkek onun üstünde büyük bir öfkeyle devam ediyor konuşmasına. Her
ikisinde de kadın şaşkın ve zayıf, erkek kadın cinselliği karşısında otorite,
kural koyucu, hesap soran erk.
Dekor ne kadar
sadeyse kostümler de aynı şekilde Elizabeth dönemini değil, bugünü yansıtan
basit ama bol çağrışımlı kıyafetler. Bir seyircinin hepimizi güldüren
ifadesiyle: Ekonomik olmuş. Kral neden kamuflaj formalı? Bu forma orjinalinde
tepeden tırnağa zırhlı, savaşa hazır olarak görünen kralın hayaletini
karşılıyor mu, yoksa komando çağrışımları yaparak Türkiye seyircisini başka bir
şeylere mi yönlendiriyor, biraz muallakta. Benzer şekilde “oyun içindeki oyun”
sahnesi neden heavy-metal müzikle ve dönem kostümleriyle (oyundaki tek
Elizabeth dönemi hatırlatması) kombine edilerek bize duble yabancılaştırılmış,
çözmek zor. Ophelia’nın boğulma sahnesinde kova yerine başka ne
kullanılabilirdi, aniden kovaya daldırılan bir kafa bu trajik intiharı absürt
ve gülünç hale getirmiyor mu? türü sorular sadece benim değil, birçok izleyenin
zihninde belirmiş. Gösteri sonrası söyleşilerin de böyle bir avantajı var işte.
Hiç tanımadığınız insanlar el kaldırıp sizin de aklınıza takılmış noktalara
dair sorular sorunca rahatlıyorsunuz. Kostümlerde biraz dağınıklık olmuş
diyebiliriz.
Hamlet’i canlandıran
Onur Ünsal’ın oyunculuğu her ne
kadar rolünden dolayı öne çıksa da bütün oyuncular çok başarılı. Oyunun en
başındaki sahnede Hamletsiz bir gerginlik yaratılıyor ve bu seyirciye anında
sirayet ediyor. Bunda oyuncuların tüm oyun süresince hiç ihmal etmeden
kullandıkları mimiklerinin etkisi çok büyük. Oyundaki sessizlik, bakışmalar
bazen çığlıklardan daha etkili olabiliyor. Hamlet zaten arada iki yerde dilini
kaybediyor, cümlelerini tamamlamadan hayvani sesler çıkarıyor. Çevirmenlerden
birisi zaten oyuncunun kendisi olduğu için bu detayların mutlaka düşünülmüş,
tartışılmış olduğunu varsayıyorum. Ünsal, Ophelia ile konuşma sahnelerini
Hamlet’in deliliğini komik ve hayvansı hale getirerek, tuhaf sesler ve
uğultularla süsleyerek seyircileri güldürecek şekilde kurgulamış. Ancak hem bu
nedenle hem de Ophelia’nın intiharından sonra gelen belli konuşmaların
kesilmesinden kaynaklı Hamlet’in “ona aşıktım” lafı samimi değil, yapıştırma
durmuş.
Çeviri ve Farklı Okumalar:
Shakepeare
çevirisi meşakkatli ve cesaret işi. Bana sorarsanız imkânsız. Sözcüklerin
ikili, üçlü anlamlarını vermek çok zor. O katmanları kaybedince de
Shakespeare’in dilinin gücüyle oynamış oluyoruz. Bu Türkçe çeviride Sabahattin
Eyüboğlu ve Can Yücel’i andıran “Türkçe söyleme” halleri bolca mevcut: “daha
kırkı çıkmadan, Rabbim ağzınızın tadını bozmasın, çalsın sazlar oynasın kızlar,
üç harfliler görmek” bunlardan sadece birkaçı. Yorumlama kısımlarından
bazıları: Hamlet’i beklerken Polonius’un
Ophelia’nın eline tutuşturduğu Risale-i
Ahlak, Namus ve Adap kitabı, “pipe” müzik aletinin yerine kullanılan ney
(neden Sufizme gönderme yapılmış, flavta ya da flüt denmemiş?) Guildenstern ve
Rosencrantz’ın “kızlar” diye karşılanmasının getirdiği gay çağrışımlar, yasal gözetleme hakkını kullanmak (malum şahsın
Türkiye’sine gönderme). “To be or not to be” monoloğu, hem çevirisi hem de
oynanma stili açısından oyunun en iddialı, en çarpıcı kısımlarından. Seyirciyle
konuşur gibi, seyircilerin arasında ve abartısız.
Benim en büyük
eleştirim oyunun kısaltılmış olması (biliyorum bu kaçınılmazdı, bazı gerçekler
var, telefonuna bakmadan 30 dakika duramama sendromu olan insanlar türedi vs).
Kesilen bazı sahnelerin nasıl olup da bu ekibin içine sindiğini bilememekten
kaynaklı bir merak ve eleştirim mevcut. Mesela Shakespeare’in sesi herkese
yakın olsun, her sınıftan insana duyurulsun anlayışıyla yola çıkıldıysa neden
mezar kazıcıların sahnesini oyundan çıkarılır? Gezici tiyatro ekibi ile Hamlet
arasındaki diyaloglar neden biraz daha ön plana çıkarılmadı? Ayrıca Rosencrantz
ile Hamlet arasında tiyatroya dair geçen konuşmalar içinde günümüz Türkiyesinin
tiyatro gerçeklerini de yansıtan cümleler barındırır.
Sonuç: Başta da belirtmiştim. Eski ve klasik eserlerin adaptasyonları her zaman
eleştiri alır. Aslında bu eleştiriler bir bilenin ağzından çıkarsa yapıcı ve
zihin açıcı olabilir. Çünkü o kişi size neden öyle olmaması gerektiğine dair
sağlam argümanlar da sunabilir. Klasiklerde uyarlama ve yenilik severler ekibindenim,
o yüzden benimkiler hesap sorma değil sadece merak sorularıdır. Ama bu Hamlet’e
itirazı olan ve beğenmeyen bir bileni dinlemeyi de çok isterdim.
Son yıllarda
seyrettiğim en öfkeli ve en gösterişli Hamlet,
Schaubühne Berlin oyuncularının oynadığı, Thomas Ostermeier’in yönettiği Hamlet olmuştu. Sahneye doldurulmuş
gerçek toprakta mezar kazılıyor, yağmurlar yağıyor, oluk oluk kan akıyordu.
Arkada dev bir ekranda yansıtılan görüntüler aniden kesilip kamera bir anda
izleyicilere tutuluyor ve ekranda kendi suretinizle karşılaşabiliyordunuz. Çok
akılda kalıcıydı. Kim bilir ne kadara mâl olmuştu? Tiyatro ve sinemada fazla
gösterişe gerek olmadığını düşünen bir izleyiciyim. Bazen oyun dil, konu ve
sürükleyicilik itibarıyla yeterince güçlü değildir, o zaman o teknik şovlar işi
kotarır, güzel de seyirci çeker. Ama söz konusu yazar Shakespeare olunca,
oyuncular da Moda Sahnesindekiler kadar iyiyse, o kadar masrafa girmeye değmez.
Tiyatro Ekibine Bir Öneri: Halide Edip Adıvar’ın Maske ve Ruh (1945) adında bir oyunu
vardır. Bu oyun Edip tarafından üzerinde oynamalar yapılarak Masks or Souls? başlığı ile İngilizce
olarak ikinci defa yazılmış (1953), ancak bir türlü sahnelenememiş, sonra da
unutulup gitmiştir. Oyunda Batı’dan ve Doğu’dan iki halk insanı, iki ana karakter
vardır: Shakespeare ve Nasreddin Hoca.
İpek Çalışlar’ın
Edip’in 1949 yılında tarihçi dostu Arnold J. Toynbee’ye yazdığı mektubundan
aktardığına göre, Halide Edip İstanbul’da Laurence Olivier’in Hamlet’ini seyretmiş ve çok
etkilenmiştir. Hayali Laurence Olivier’in
Masks or Souls?’da Shakespeare’i oynamasıdır. Belki Moda Sahnesi geçen yıl 50.
ölüm yıldönümü nedeniyle UNESCO’nun da anma programına aldığı yazarımız Halide
Edip’e bir selam durur, oyunu en azından okuma listesine alabilir. Edip de
Shakespeare gibi adını Türkiye’de herkesin bildiği ama eserlerini neredeyse hiç
tanımadığı, geçmişin kuru bir parçası addettiği bir yazardır. Yeni Türkiye’nin Batılılaşma
sürecinin ve bazı reformların sert eleştirmenlerindendir. Oyun içerik olarak o
zamanın Türkiyesinde zaten sahnelemezdi.
Seyircilere Bir Rica: Oyunu görmeden lütfen biraz zaman yaratıp
Hamlet’i okuyarak gidebilir misiniz? Olmadı sonrasında alır, okur musunuz?
Ancak o zaman sadece oyuncuların performansı üzerinden yorumlarımızdan biraz
öteye geçerek, daha dolu dolu bir sohbet ve online tartışma ortamları
yaratabiliriz. Yoksa Shakespeare oyunlarını düzenli olarak sahneleme cesaretini
gösteren, eserleri bizim zamanımıza ve coğrafyamıza uyarlamak için bu kadar
emek harcayanlara haksızlık etmiş oluyoruz. Oyunları hiç değiştirmeden
sahnelemek, sonra da “aman seyirci anlamıyor, gelmiyor” diye karşı tarafı
aşağılamak suretiyle Shakespeare’i repertuvardan çıkarmak dünyanın en kolay
işi. Bir de şu var. Yıllardır özgün eserden bihaber Aşkı Memnu ve Yaprak Dökümü
gibi dizilerle ekrana kilitlenen, Elif Şafak’ın Aşk romanını okuyup tasavvuf uzmanı kesilen binlerce insandan ne
farkımız kalacak?
Oyunu izlemenizi
tavsiye ederim. Hamlet’in yaşama ve var oluşa dair kaygıları, eyleme geçip
geçmeme konusundaki kararsızlıkları sizi sarıp sarmalayacak. Shakespeare’in ne
kadar güncel ve insana dair cümleler kurmuş olduğuna hayret edeceksiniz. Mekân
ve karakter isimlerinin yabancılığına takılmayın. Danimarka diye geçen yer
Türkiye ya da İngiltere olabilir; iktidar uğruna akıl almaz dolaplar çeviren
Kral ve yağcıları da... Kim bilir? Her an, her yerde karşımıza çıkabilirler.
©
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder