5 Mayıs 2015 Salı

Prens Hamlet Moda Sahnesinde





Her çeviren kendi dünyasına çekmiş Hamlet’i. Ama Hamlet de buna en elverişli eserlerden biri doğrusu. Kişileri, sözleri, olayları ne kolay benimsenebiliyor. Hamlet hem ne kadar kendisi, hem ne kadar her insan, hem ne kadar belli bir çağın, hem ne kadar bütün çağların adamı.
   Sabahattin Eyüboğlu

Shakespeare’i nasıl bilirsiniz? Ya Hamlet’i? Bize uzak, entel, sıkıcı bir oyun mu, yoksa iç karartan bir trajedi mi? Keşke yazı öncesi kendimi sokaklara vurup sorsaydım: “Pardon, Hamlet diye bir şey duydunuz mu? Aklınıza ne gelir Hamlet denince?”

İstanbul’da Moda Sahne’sinde yeni bir Hamlet yorumu var. Ve bu yorum, 17 yaşlarımda başlayan ve Shakespeare’in her eserini okudukça güçlenen bir hisle örtüşmüş: Shakespeare bir halk ozanı, halk insanı. Shakespeare, o döneme ve Londra’daki Globe Tiyatrosuna aşinalığı olanların bildiği üzere en “düşük” ya da cahil kesim denilen insanların da gelip seyrettiği, eğlendiği oyunların yazarı bir deha. Herkes oyundan kendine yeteni, almak istediğini ya da alabildiği kadarını alıp gidiyor. Yüzyıllar ve coğrafyalar değiştikçe artan adaptasyonlar karşısında da benzer bir durum söz konusu. Tepkiler, tepkisizlikler seyircinin kendisini yansıtıyor bana kalırsa.

Misal, 2 Nisan 2015’te Boğaziçi Üniversitesinde sahnelenen Hamlet’e verilen tepkiler. Aslında bana bu yazıyı yazdıran da bu tepkilerin ve oyuncuların oyun sonrası soru-cevap seansını açış cümleleri oldu. İngiliz Dili Edebiyatı hocalarından birisi oyunu zor bitirdi, söylenerek çıktı. Tavrı onun sadece Hamlet’e değil, çağdaş yorumlara tepkisini gösterdi belki de. Bir kısmı zamansızlıktan ya da dönüş yolu uzun olduğundan oyundan hemen sonra çıktı, yorumları alamadım. Birkaçı da sonuna kadar kalıp söyleşiye katkıda bulundular. Oyuncuların önyargıları akademisyenlerin tutucu olduğu ve oyunu beğenmeyecekleri üzerineydi. “Aramızda İngiliz Dili Edebiyatı öğrencisi var mı?”dan sonra  “peki, bölüm hocaları var mı?” sorusu geldi. Havaya kalkan 3-4 eli görünce önce gülerek “eyvah” sonra da “işte biz de oyunu böyle berbat ettik hocam” diyerek yarı şaka yarı ciddi bir giriş yaptılar. Söyleşilerde okuduğum kadarıyla Hamlet’i akademinin tozlu raflarından alıp güncele yaklaştırma niyetlerinden söz etmişler, sağ olsunlar. Akademiye temkinle yaklaşan, elimden geldikçe ara verip ya da yarı-zamanlı olup okulla arasına mesafe koyan biri olarak onları anlayabilirim. Öte yandan bu klasik oyuna yeni nefesler üfleyenlerde “Shakespeare’in eserlerini yıllardır okutup analiz ettiren, gittiği ülkelerde farklı Shakespeare oyunları izleyen, orijinal metinleri iyi bilenler, ortaya çıkardığımız bu işe nasıl bakıyor acaba?” diye engel olamadıkları bir merak yok mudur?

Yoksa günümüz Türkiyesinde çok da saygı göremeyen bir meslek olan tiyatro sanatıyla var olmayı seçmiş bu değerli oyuncular artık “ne yapalım devir böyle, time is out of joint/zaman çığrından çıkmış” diyerek ekşi sözlük yorumlarıyla yetinmek zorunda mı kalsınlar? İşte bu yazı biraz da bu nedenle, yani akademi ile gerçek hayatı, günceli yansıtan, yeni ve genç bir tiyatro ekibi arasındaki mesafeyi kapatmak kaygısıyla, “oyuncu, biz dostuz” mesajıyla yazılmıştır.  Yazarın kendisi de bir zamanlar –adı lazım değil– bir öğretim görevlisinden aldığı Shakespeare dersini sabır dualarıyla bitirmiş, “aşık olduğum bu deli-dolu dâhiden beni bu ders bile soğutamaz” diyerek ısrarla Shakespeare analizlerinin ve oyunlarının takipçisi olmuştur.

Sahne, Dekor ve Oyuncular: Oyunculuk konusunda Türkiye’den sağlam yetenekler çıkıyor. İnsan devletin ve toplumun marjinal kabul ettiği tiyatro sanatçıları bu toprakta nerede nasıl yetişiyor, çalışmaya böyle canla başla nasıl sarılabiliyorlar diye hayret ediyor. Oyun sonrası sohbetlerinde bizimle paylaştıklarından biliyorum ki bu ekip fiziksel hazırlık aşamasında yoga dahil düzenli egzersizler yapıyor, sağlıklarına, seslerine çok dikkat ediyorlar, disiplinliler.

Moda Sahnesi Hamlet dekorunun kendisi gibi biraz da. Minimal, sade, şeffaf. Hamlet oyuncularının her biri oyunun sonunu en baştan söylercesine oyun boyu siyah tabutların içindeler. Dikey duran, içi her daim seyirciye dönük tabutların içinde tebeşirle yazıp çizilmiş ufak tefek resimler ve politik mesajlar var. Hepsi zaten okunamıyor, okunsa anlamlı da olmayabilir, biraz duvar yazısı havasında. Yazan neden yazdığını biliyor. Polonius’un tabutunda otorite, hamaset yazıyor mesela. Namus bahanesiyle dünyayı Ophelia’ya dar eden, çok ve gereksiz konuşan Polonius’un kızına öğüt verirken aldığı pozisyonla, Hamlet’in annesinin namusunu sorgularken oluşturulmuş beden dili aynı: Kadın bacaklarını açmış yerde, erkek onun üstünde büyük bir öfkeyle devam ediyor konuşmasına. Her ikisinde de kadın şaşkın ve zayıf, erkek kadın cinselliği karşısında otorite, kural koyucu, hesap soran erk.

Dekor ne kadar sadeyse kostümler de aynı şekilde Elizabeth dönemini değil, bugünü yansıtan basit ama bol çağrışımlı kıyafetler. Bir seyircinin hepimizi güldüren ifadesiyle: Ekonomik olmuş. Kral neden kamuflaj formalı? Bu forma orjinalinde tepeden tırnağa zırhlı, savaşa hazır olarak görünen kralın hayaletini karşılıyor mu, yoksa komando çağrışımları yaparak Türkiye seyircisini başka bir şeylere mi yönlendiriyor, biraz muallakta. Benzer şekilde “oyun içindeki oyun” sahnesi neden heavy-metal müzikle ve dönem kostümleriyle (oyundaki tek Elizabeth dönemi hatırlatması) kombine edilerek bize duble yabancılaştırılmış, çözmek zor. Ophelia’nın boğulma sahnesinde kova yerine başka ne kullanılabilirdi, aniden kovaya daldırılan bir kafa bu trajik intiharı absürt ve gülünç hale getirmiyor mu? türü sorular sadece benim değil, birçok izleyenin zihninde belirmiş. Gösteri sonrası söyleşilerin de böyle bir avantajı var işte. Hiç tanımadığınız insanlar el kaldırıp sizin de aklınıza takılmış noktalara dair sorular sorunca rahatlıyorsunuz. Kostümlerde biraz dağınıklık olmuş diyebiliriz.

Hamlet’i canlandıran Onur Ünsal’ın oyunculuğu her ne kadar rolünden dolayı öne çıksa da bütün oyuncular çok başarılı. Oyunun en başındaki sahnede Hamletsiz bir gerginlik yaratılıyor ve bu seyirciye anında sirayet ediyor. Bunda oyuncuların tüm oyun süresince hiç ihmal etmeden kullandıkları mimiklerinin etkisi çok büyük. Oyundaki sessizlik, bakışmalar bazen çığlıklardan daha etkili olabiliyor. Hamlet zaten arada iki yerde dilini kaybediyor, cümlelerini tamamlamadan hayvani sesler çıkarıyor. Çevirmenlerden birisi zaten oyuncunun kendisi olduğu için bu detayların mutlaka düşünülmüş, tartışılmış olduğunu varsayıyorum. Ünsal, Ophelia ile konuşma sahnelerini Hamlet’in deliliğini komik ve hayvansı hale getirerek, tuhaf sesler ve uğultularla süsleyerek seyircileri güldürecek şekilde kurgulamış. Ancak hem bu nedenle hem de Ophelia’nın intiharından sonra gelen belli konuşmaların kesilmesinden kaynaklı Hamlet’in “ona aşıktım” lafı samimi değil, yapıştırma durmuş.

Çeviri ve Farklı Okumalar:

Shakepeare çevirisi meşakkatli ve cesaret işi. Bana sorarsanız imkânsız. Sözcüklerin ikili, üçlü anlamlarını vermek çok zor. O katmanları kaybedince de Shakespeare’in dilinin gücüyle oynamış oluyoruz. Bu Türkçe çeviride Sabahattin Eyüboğlu ve Can Yücel’i andıran “Türkçe söyleme” halleri bolca mevcut: “daha kırkı çıkmadan, Rabbim ağzınızın tadını bozmasın, çalsın sazlar oynasın kızlar, üç harfliler görmek” bunlardan sadece birkaçı. Yorumlama kısımlarından bazıları:  Hamlet’i beklerken Polonius’un Ophelia’nın eline tutuşturduğu Risale-i Ahlak, Namus ve Adap kitabı, “pipe” müzik aletinin yerine kullanılan ney (neden Sufizme gönderme yapılmış, flavta ya da flüt denmemiş?) Guildenstern ve Rosencrantz’ın “kızlar” diye karşılanmasının getirdiği gay çağrışımlar, yasal gözetleme hakkını kullanmak (malum şahsın Türkiye’sine gönderme). “To be or not to be” monoloğu, hem çevirisi hem de oynanma stili açısından oyunun en iddialı, en çarpıcı kısımlarından. Seyirciyle konuşur gibi, seyircilerin arasında ve abartısız.

Benim en büyük eleştirim oyunun kısaltılmış olması (biliyorum bu kaçınılmazdı, bazı gerçekler var, telefonuna bakmadan 30 dakika duramama sendromu olan insanlar türedi vs). Kesilen bazı sahnelerin nasıl olup da bu ekibin içine sindiğini bilememekten kaynaklı bir merak ve eleştirim mevcut. Mesela Shakespeare’in sesi herkese yakın olsun, her sınıftan insana duyurulsun anlayışıyla yola çıkıldıysa neden mezar kazıcıların sahnesini oyundan çıkarılır? Gezici tiyatro ekibi ile Hamlet arasındaki diyaloglar neden biraz daha ön plana çıkarılmadı? Ayrıca Rosencrantz ile Hamlet arasında tiyatroya dair geçen konuşmalar içinde günümüz Türkiyesinin tiyatro gerçeklerini de yansıtan cümleler barındırır.

Sonuç: Başta da belirtmiştim. Eski ve klasik eserlerin adaptasyonları her zaman eleştiri alır. Aslında bu eleştiriler bir bilenin ağzından çıkarsa yapıcı ve zihin açıcı olabilir. Çünkü o kişi size neden öyle olmaması gerektiğine dair sağlam argümanlar da sunabilir. Klasiklerde uyarlama ve yenilik severler ekibindenim, o yüzden benimkiler hesap sorma değil sadece merak sorularıdır. Ama bu Hamlet’e itirazı olan ve beğenmeyen bir bileni dinlemeyi de çok isterdim.

Son yıllarda seyrettiğim en öfkeli ve en gösterişli Hamlet, Schaubühne Berlin oyuncularının oynadığı, Thomas Ostermeier’in yönettiği Hamlet olmuştu. Sahneye doldurulmuş gerçek toprakta mezar kazılıyor, yağmurlar yağıyor, oluk oluk kan akıyordu. Arkada dev bir ekranda yansıtılan görüntüler aniden kesilip kamera bir anda izleyicilere tutuluyor ve ekranda kendi suretinizle karşılaşabiliyordunuz. Çok akılda kalıcıydı. Kim bilir ne kadara mâl olmuştu? Tiyatro ve sinemada fazla gösterişe gerek olmadığını düşünen bir izleyiciyim. Bazen oyun dil, konu ve sürükleyicilik itibarıyla yeterince güçlü değildir, o zaman o teknik şovlar işi kotarır, güzel de seyirci çeker. Ama söz konusu yazar Shakespeare olunca, oyuncular da Moda Sahnesindekiler kadar iyiyse, o kadar masrafa girmeye değmez.

Tiyatro Ekibine Bir Öneri: Halide Edip Adıvar’ın Maske ve Ruh (1945) adında bir oyunu vardır. Bu oyun Edip tarafından üzerinde oynamalar yapılarak Masks or Souls? başlığı ile İngilizce olarak ikinci defa yazılmış (1953), ancak bir türlü sahnelenememiş, sonra da unutulup gitmiştir. Oyunda Batı’dan ve Doğu’dan iki halk insanı, iki ana karakter vardır: Shakespeare ve Nasreddin Hoca.

İpek Çalışlar’ın Edip’in 1949 yılında tarihçi dostu Arnold J. Toynbee’ye yazdığı mektubundan aktardığına göre, Halide Edip İstanbul’da Laurence Olivier’in Hamlet’ini seyretmiş ve çok etkilenmiştir. Hayali Laurence Olivier’in Masks or Souls?’da Shakespeare’i oynamasıdır. Belki Moda Sahnesi geçen yıl 50. ölüm yıldönümü nedeniyle UNESCO’nun da anma programına aldığı yazarımız Halide Edip’e bir selam durur, oyunu en azından okuma listesine alabilir. Edip de Shakespeare gibi adını Türkiye’de herkesin bildiği ama eserlerini neredeyse hiç tanımadığı, geçmişin kuru bir parçası addettiği bir yazardır. Yeni Türkiye’nin Batılılaşma sürecinin ve bazı reformların sert eleştirmenlerindendir. Oyun içerik olarak o zamanın Türkiyesinde zaten sahnelemezdi.

Seyircilere Bir Rica: Oyunu görmeden lütfen biraz zaman yaratıp Hamlet’i okuyarak gidebilir misiniz? Olmadı sonrasında alır, okur musunuz? Ancak o zaman sadece oyuncuların performansı üzerinden yorumlarımızdan biraz öteye geçerek, daha dolu dolu bir sohbet ve online tartışma ortamları yaratabiliriz. Yoksa Shakespeare oyunlarını düzenli olarak sahneleme cesaretini gösteren, eserleri bizim zamanımıza ve coğrafyamıza uyarlamak için bu kadar emek harcayanlara haksızlık etmiş oluyoruz. Oyunları hiç değiştirmeden sahnelemek, sonra da “aman seyirci anlamıyor, gelmiyor” diye karşı tarafı aşağılamak suretiyle Shakespeare’i repertuvardan çıkarmak dünyanın en kolay işi. Bir de şu var. Yıllardır özgün eserden bihaber Aşkı Memnu ve Yaprak Dökümü gibi dizilerle ekrana kilitlenen, Elif Şafak’ın Aşk romanını okuyup tasavvuf uzmanı kesilen binlerce insandan ne farkımız kalacak?

Oyunu izlemenizi tavsiye ederim. Hamlet’in yaşama ve var oluşa dair kaygıları, eyleme geçip geçmeme konusundaki kararsızlıkları sizi sarıp sarmalayacak. Shakespeare’in ne kadar güncel ve insana dair cümleler kurmuş olduğuna hayret edeceksiniz. Mekân ve karakter isimlerinin yabancılığına takılmayın. Danimarka diye geçen yer Türkiye ya da İngiltere olabilir; iktidar uğruna akıl almaz dolaplar çeviren Kral ve yağcıları da... Kim bilir? Her an, her yerde karşımıza çıkabilirler.



©



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder